Federico Borell Garcia ve Robert Capa, eğer İspanya İç Savaşı olmasaydı büyük olasılıkla birbirlerini tanımadan ölüp gideceklerdi.
"Federico Borell Garcia ölürken ölümsüzleşmişti ama İspanya da hiçbir resmi belgede ölüm kayıdına rastlanmayacaktı. Federico doğmuş ama hala ölmemişti,tıpkı resmi gibi ,tıpkı resminde ki asil asi gibi..." (Bekir Bülend Özsoy)
Federico Borell Garcia, Capa' nın çektiği fotoğrafta-adı her ne kadar "düşen asker" olarak bilinse de-düşmüyor. O pozisyonda fotoğraflanmış olması aslında çok manidar. İspanya Devrimi kanlı olarak bastırıldıysa da pek çok kavram dimdik ayakta. Garcia' nın fotoğraftaki pozisyonu rahatsız ediyor aslında alttan alta bazı ideolojik oluşumları. O düşmedikçe ezilen halkların direncinin kırılamayacağı, her an tetiklenebileceği paranoyası her daim onların bilinç altında var olacak çünkü. O nedenledir "düşmeyen asker"i "düşen asker" e evirme çabaları...
Konuyla ilgili genel anlamdaki düşüncelerim:
Fotoğrafçının durduğu yer!
Savaşlarda en az iki taraf vardır savaşan. Bu nedenle savaş fotoğrafçısının durduğu yer daha fazla anlam ve önem kazanıyor. Yazınızı okurken aynı dönemlerde yine İspanya'da, Katalonya'da doğan ünlü ressam Dali geldi aklıma. İspanya iç savaşının Bunier gibi, Lorca gibi en yakın tanığı olan Dali, tercihini ne yazık ki faşizmden yana kullanmıştır. Franco, İspanya'daki devrimi çok kanlı bir biçimde bastırdığında, belki de Franco' yu alkışlayan tek İspanyol odur. Fırçasını, faşist katil Franco' nun akıttığı kanlarla beslemiş, yakın arkadaşı Lorca'nın Franco' nun askerleri tarafından kurşuna dizilmesi bile onu inancından döndürmeye yetmemiştir.
Emperyalizm, Dali gibi düşünen sanatçıları kullanarak, onlara üstün payeler vererek faşizmi aklamaya çalışmıştır sürekli. Bir dereceye kadar başarmıştır da. Ya maazallah Dali veya onun gibi hastalıklı düşünenler fotoğrafçı olsaydı ve İspanya iç savaşını fotoğraflasaydı diye geçti aklımdan. Tarih başka türlü yazılırdı sanırım. İspanya' da ölen bir milyona yakın insan boşuna ölmüş olurdu belki de. Belki asi, bozguncu, talancı eşkıya olarak anılırlardı.
Ünlü fotoğrafçı James Nachtwey; "savaş fotoğrafçısı iki şekilde çalışabilir; tarafsız bir kayıtçı olarak ya da partizan bir tarihçi olarak. “Savaş karşıtı bir fotoğrafçı kurbanların yanındadır” der Nactwey. Ona göre Fotoğrafçının görevi “istatistikleri somutlaştırmak, ideolojik meşrulaştırmaya karşı çıkmak, ölümün ve acıların izlerini, savaşı uzaktan izleyenlerin, özellikle de kişisel bir tehdit hissetmeyenlerin yüzüne vurmak, dünyaya sesini duyuramayanlar için aracılık yapmaktır" der.
Wietnam Savaşı' nı fotoğraflayan Christine Leroy' un peşpeşe çektiği üç kare vardır. (Aslında dört karedir)
http://img37.imagefra.me/img/img37/2/9/15/jelya/f_nxpwfm_7fc5623.jpg
Hiç kuşkusuz onlar da savaşın acımasızlığını ciddi biçimde vurgulayan fotoğraflar. Ancak Leroy bir röportajında: "Biz askeri uçaklara bindik, operasyonlarda helikopter saldırıları yaptık, her zaman her yere birliklerle birlikte yürüdük" der. Yani "kurban" ın yanında olmadığını açık ve net biçimde ifade eder.
Bu cepheden bakınca Capa' nın, "Düşen asker" fotoğrafının kurgu ya da gerçek olmasının çok önemi kalmıyor gözümde. Fotoğraf kurgu mu bilmiyorum elbet ama nasıl ki edebiyatta, özellikle şiirde "imge" varsa ve fotoğraf da amacına ulaşmışsa kurgu olmasında hiçbir mahsur yok yine bence. Her olayın koşulları içinde değerlendirilmesi gerektiğini savunuyorum. Capa' da, faşizmin gerçek yüzünü, savaşın acımasızlığını o günden bugüne, "düşen asker" fotoğrafıyla aktarabilmişse izleyene, yaptığı mübahtır diye düşünüyorum. Hele ki faşizmin her türlü oyununa, vahşetine karşı kurgulanmışsa bu görüntü, kötüye karşı bir “oyun”sa, gözümde daha da değerli oluyor; varsın belgesel kategorisinde olmayıversin. Zaten insanlık bir fotoğraf karesi diye kategorize etmiyor artık; faşizme karşı topyekün direnen onurlu bir halkın bayrağı olarak görüyor. İnsanın özgürlüklere özlemi ve düşkünlüğünden olsa gerek… Şu an aklımdan “çokça hangi halklar bu görüntülere değer verir, sahiplenir?” sorusu geçti. Üstünde biraz düşününce cevapladım kendime: “Sömürüden, kandan, açlıktan, barut kokusundan, ölümlerden, ayrılıklardan yorulmuş halklar Ümran” dedim. Ne çok arzularım bu fotograflara bakmayı tenezzül etmeyen bir dünyayı… Bu tür görüntülerin “yalan” olma durumunu…
"Faşistlerin tüm çabasına rağmen Capa'nın "Düşen Asker" fotoğrafı, hiçbir zaman bir yenilgi sembolü olarak algılanmadı. Üstelik yalnızca faşistlerin gücüne direnen cumhuriyetçilerin kahramanlığının sembolü olmakla kalmadı, bütün dünyada sağcı, faşist iktidarlara karşı verilen özgürlük mücadelesinin sembolü haline geldi. Bütün bunlardan çıkarılacak sonuç, Capa'nın amaçlarına da uygundur ve onun görüşlerini doğrulamaktadır:
"Gerçek, en iyi görüntü ve en iyi propagandadır." (Mehmet Özer)
Savaşlarda en az iki taraf vardır savaşan. Bu nedenle savaş fotoğrafçısının durduğu yer daha fazla anlam ve önem kazanıyor. Yazınızı okurken aynı dönemlerde yine İspanya'da, Katalonya'da doğan ünlü ressam Dali geldi aklıma. İspanya iç savaşının Bunier gibi, Lorca gibi en yakın tanığı olan Dali, tercihini ne yazık ki faşizmden yana kullanmıştır. Franco, İspanya'daki devrimi çok kanlı bir biçimde bastırdığında, belki de Franco' yu alkışlayan tek İspanyol odur. Fırçasını, faşist katil Franco' nun akıttığı kanlarla beslemiş, yakın arkadaşı Lorca'nın Franco' nun askerleri tarafından kurşuna dizilmesi bile onu inancından döndürmeye yetmemiştir.
Emperyalizm, Dali gibi düşünen sanatçıları kullanarak, onlara üstün payeler vererek faşizmi aklamaya çalışmıştır sürekli. Bir dereceye kadar başarmıştır da. Ya maazallah Dali veya onun gibi hastalıklı düşünenler fotoğrafçı olsaydı ve İspanya iç savaşını fotoğraflasaydı diye geçti aklımdan. Tarih başka türlü yazılırdı sanırım. İspanya' da ölen bir milyona yakın insan boşuna ölmüş olurdu belki de. Belki asi, bozguncu, talancı eşkıya olarak anılırlardı.
Ünlü fotoğrafçı James Nachtwey; "savaş fotoğrafçısı iki şekilde çalışabilir; tarafsız bir kayıtçı olarak ya da partizan bir tarihçi olarak. “Savaş karşıtı bir fotoğrafçı kurbanların yanındadır” der Nactwey. Ona göre Fotoğrafçının görevi “istatistikleri somutlaştırmak, ideolojik meşrulaştırmaya karşı çıkmak, ölümün ve acıların izlerini, savaşı uzaktan izleyenlerin, özellikle de kişisel bir tehdit hissetmeyenlerin yüzüne vurmak, dünyaya sesini duyuramayanlar için aracılık yapmaktır" der.
Wietnam Savaşı' nı fotoğraflayan Christine Leroy' un peşpeşe çektiği üç kare vardır. (Aslında dört karedir)
http://img37.imagefra.me/img/img37/2/9/15/jelya/f_nxpwfm_7fc5623.jpg
Hiç kuşkusuz onlar da savaşın acımasızlığını ciddi biçimde vurgulayan fotoğraflar. Ancak Leroy bir röportajında: "Biz askeri uçaklara bindik, operasyonlarda helikopter saldırıları yaptık, her zaman her yere birliklerle birlikte yürüdük" der. Yani "kurban" ın yanında olmadığını açık ve net biçimde ifade eder.
Bu cepheden bakınca Capa' nın, "Düşen asker" fotoğrafının kurgu ya da gerçek olmasının çok önemi kalmıyor gözümde. Fotoğraf kurgu mu bilmiyorum elbet ama nasıl ki edebiyatta, özellikle şiirde "imge" varsa ve fotoğraf da amacına ulaşmışsa kurgu olmasında hiçbir mahsur yok yine bence. Her olayın koşulları içinde değerlendirilmesi gerektiğini savunuyorum. Capa' da, faşizmin gerçek yüzünü, savaşın acımasızlığını o günden bugüne, "düşen asker" fotoğrafıyla aktarabilmişse izleyene, yaptığı mübahtır diye düşünüyorum. Hele ki faşizmin her türlü oyununa, vahşetine karşı kurgulanmışsa bu görüntü, kötüye karşı bir “oyun”sa, gözümde daha da değerli oluyor; varsın belgesel kategorisinde olmayıversin. Zaten insanlık bir fotoğraf karesi diye kategorize etmiyor artık; faşizme karşı topyekün direnen onurlu bir halkın bayrağı olarak görüyor. İnsanın özgürlüklere özlemi ve düşkünlüğünden olsa gerek… Şu an aklımdan “çokça hangi halklar bu görüntülere değer verir, sahiplenir?” sorusu geçti. Üstünde biraz düşününce cevapladım kendime: “Sömürüden, kandan, açlıktan, barut kokusundan, ölümlerden, ayrılıklardan yorulmuş halklar Ümran” dedim. Ne çok arzularım bu fotograflara bakmayı tenezzül etmeyen bir dünyayı… Bu tür görüntülerin “yalan” olma durumunu…
"Faşistlerin tüm çabasına rağmen Capa'nın "Düşen Asker" fotoğrafı, hiçbir zaman bir yenilgi sembolü olarak algılanmadı. Üstelik yalnızca faşistlerin gücüne direnen cumhuriyetçilerin kahramanlığının sembolü olmakla kalmadı, bütün dünyada sağcı, faşist iktidarlara karşı verilen özgürlük mücadelesinin sembolü haline geldi. Bütün bunlardan çıkarılacak sonuç, Capa'nın amaçlarına da uygundur ve onun görüşlerini doğrulamaktadır:
"Gerçek, en iyi görüntü ve en iyi propagandadır." (Mehmet Özer)