Kokladı. Bildik kokuyu yine alamadı. Yine kıştı. Kışın ölü
taklidi yapmaz mıydı zaten kekikler? Baharda gelmeyi düşünmemiş değildi ama
kalabalık olurdu köy. Kimse uğramamıştı. Çektiği fotoğrafları o kadar çok
izlemişti ki…Bahçeden geçerken ezmemeye özen gösterdiği kardelenler gibi bedeni
üşüyor, yüzü yanıyordu.
“Da bisene de geldiydin demi?”
Ürktü. Yüzü de üşüdü. Yakalanmıştı işte. Neden burada olduğunu
kendisi bilmezken ele nasıl açıklayacaktı?
“Degidi de, dikelme ele, gel hele"
Döndü. Tanıdı; Billikızı’ydı. Sundurmanın çıkıntısında, mindere oturmuş seyrelmiş saçlarını tarıyordu.
Kış güneşi dokunduğu telde kalıyor, tarağın gücü yetmiyordu ışıltıları
kopartmaya. Eteklerini beline doladığı kahverengi divitin elbisesindeki sarı
papatyalar dalgalanıyordu kıpırdandıkça.
Aynalı’yı birlikte geçirdiler Değirmenler Deresi’nden. Gunnayan
Çomar’ın sağ kalan yavrularını doyurdular. Barmana’ya gidip geldiler bi koşu
harımı onarmak için çalı toplamaya.
Hava karardığında ispirte istedi idareyi yakmak için
Billikız.
“Daa uzaktan geldin. Haranada kekikli çorba var, ocağı yak
hele de banıverelim biyol”
Odaya girerken o beklediği kokuyu duydu. Kokunun ucundaki
kekiğin minik mor çiçeklerine dokundu. Kokladı. Gülümsedi.
Fotoğraf: Ümran Düşünsel