Bir kez büyülendin mi, yaşamın boyunca kimsenin bozamayacağı bir büyüdür fotoğraf.
18.02.2015
SANCI
İlk sayısıyla yayın hayatına merhaba diyen "SANCI" Kültür, Sanat, Edebiyat Dergisi'nde, benim de, "Patikalar (Kırık- Yamalı-Bombalanmış ve Patikaya Güzelleme" isimli hikâyelerim var.
Ümran Düşünsel
Gelîya Qedexîye / Yasak Vadi
Bu sayıda GELÎYA
QEDEXÎYE(Yasak Vadi) isimli hikâyem var.
...
Tam cayo ke awe û xîz lew nanê
yewbînan ra, ez uca ronişta. Mi lepa xo bi xîz dekerde. Yew lepa xo ra veng
kerd lepa bîne. Xîz leyîrê kerrayan o, bawkalê xîzî ko yo.
(Derya apey ancîya.)
Koyî yew destê mi ra herikîyayî
destê min ê bînî. Peskovî, xezalê koyan lepanê mi de çindik dayî. Yew luya
rengê sîmî de zincîya xo mîyanê xîzî ra vet û hetê koyî ra derg kerd.
(Derya asoyî ra acêr herikêno. Ez çirtanî nêvînena, la dûrî ra vengî yenê.)
Luyî tena sanikan de xasûg ê. Mi
yew luye temaşe kerde, luyêka dadîya leyîran. Leyîrê xo lewnayêne. Payanî ra
bî. Goşê aye vengan de, çimê aye derûdor de. Hende tebîî bîye ke sey tebîetî
bî, tîmsalê tebîetî bî.
(Derya ke ancîyabi, koyî vejîyaybî meydan.)
Tam naye ra bi xora, bê ke ez
tef-talê xo bigîrî, cêbê mi de estareyê deryayî, derya gama ke ancîyabi xo dima
kerdbi xo vîr ra. Yew zî çanteyê min ê paştî, ez kewta rayîr û dirban ser.
Ez ameya û ameya, peynî de resaya
nê cayî. Mi va ‘kar’, va ‘Şiwantî esta.’ Mi va ‘Beno.’
...
Çeviri: Roşan Lezgîn
Çeviri: Roşan Lezgîn
*
Tam
suyun kumla cilveleştiği çizgiye oturdum. Kumu avuçladım. Bir elimden diğerine
aktarıyorum. Taşın yavruları kum, kumun dedesi dağ.
(Deniz çekilmeye başladı.)
Bir
elimden diğerine aktarılıyor dağlar. Dağ keçileri, marallar zıp zıp
avuçlarımda. Bir gümüş tilki burnunu kumdan çıkartıp dağa uzatıyor.
(Deniz ufuktan aşağı akıyor.
Şelaleyi görmüyorum, sesi geliyor uzaklardan.)
Tilkiler
yalnızca masallarda kurnaz. Bir tilki izledim, anne tilki. Yavrularını
emziriyordu. Ayaktaydı. Kulakları seste, gözleri görüntüde. O kadar doğaldı ki
doğa misaliydi, doğa temsiliydi.
(Deniz gidince dağlar açığa çıktı.)
Tastamam
ondan işte tası tarağı dâhi almadan, cebimde denizin giderken unuttuğu deniz
yıldızı, bir de sırt çantamla yollara dökülmüşlüğüm.
Vara
vara buraya vardım. ‘İş?’ dedim, ‘Çobanlık var,’ dediler, ‘Olur,’ dedim.
Kapak fotoğrafları: Ümran Düşünsel
Etiketler:
dergi,
edebiyat,
fotoğraf,
Gelîya Qedexîye,
hikâye,
Şewçila,
Ümran Düşünsel,
Yasak Vadi
9.02.2015
IŞILTILAR
Işıltı suretinde bir
bakteri insanı bu denli heyecanlandırıyorsa doğanın, insanın, aklın, yüreğin,
gözün gönlün ışıltıları nasıl heyecanlandırır!
Muzaffer Oruçoğlu’nun
“Işıltılar”ı Ankara, Zonguldak, Diyarbakır’dan sonra İstanbul’lu izleyicilerle
buluştu. 1-10 Şubat arası gezilip,
ışıltıdan nasiplenibilinir.
Fotoğraftan bilirim iyi
kötü, çekmek de izlemek de tek kişilik eylemlerdendir. Resim için de geçerli
olduğunu düşünüyorum bu tek kişilik eylem halinin. Sergileri de tek başıma
dolaşmayı seviyorum. Resmin içine girebilmeyi başarabilmişsem çıkış zamanımı
kestiremiyorum çünkü. Yolculuk bazen umduğumdan da uzun sürebiliyor. İnsanın
bazı resmin önünde bağdaş kurup oturası ve hatta bazen de kamp kurası geliyor. Bazense
tersi oluyor kadrajın veyahut tuvalin dışına uzayıp gözüme ulaşan bir yol, bir
aralık bulamayıp giremeyebiliyorum içine. Mahrum kalmanın mahcubiyetiyle ama
aklım da kalarak ayrılıyorum önünden.
Muzaffer Oruçoğlu’nun
“Işıltılar” sergisinde ilk evvel dikkatimi çeken tek gözdeki ışıltılar oldu ve
çoğu sol olan tek gözler. Resimlerden birinde,
sol gözdeki ışıltıyı tutsak etmeye niyetli, üzerine yılan gibi çöreklenmiş
paslı zinciri görende nedense tesadüf olmadığını düşündüm.
Işığa, ışıltıya en
fazla hasret olan madenci portreleri ağırlıkta sergide.
Alnında sakarı vardı
atın. Yine sol gözünde ışıltı vardı adamın. Madenciydi. Kaskındaki lamba
yanıyordu. Hemen önlerinden sarkan zincirler kırılmış mıydı, kırılmayı mı bekliyordu
emin olamadım. Ama yukarısı aydınlıktı. Davetkârdı. Yok, zincirler kırılmış
değildi ne yazık ki henüz…
İzlerken Yaşar Kemal
çıkageldi bir yerlerden. Hastalanmamış, yoğun bakımda değilmiş. “Demirciler
Çarşısı Cinayeti,”ni okudu yüksek sesle. Hani o dünyayı dolaşan güzel adam bir şehre
vardığında insanlarına, atlarına hayran kalıyordu ya, uzun yıllar sonra ölmeden
bir daha görmek isteyip de geri dönüyordu, döndüğünde o iyi insanların da güzel
atların da yerinde yeller estiğini görüp şaşkınlıkla kalakalıyordu, işte
tastamam o şaşkınlıkla kalakaldım resmin önünde. Yaşar Kemal’ e,”sen gitme
bari,” dedim gideceğini bile bile.
“Su başında durmuşuz.
Önce kedi gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra ben gideceğim,
kaybolacak suda suretim.
Sonra çınar gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra su gidecek
güneş kalacak;
sonra o da gidecek...”
Önce kedi gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra ben gideceğim,
kaybolacak suda suretim.
Sonra çınar gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra su gidecek
güneş kalacak;
sonra o da gidecek...”
Usta’da gitmişti.
Kediden sonra çınardan önce gitmişti. Hızla geçip gittiğini Muzaffer
Oruçoğlu’da resmetmiş zaten: Gördüm. Çokça ışıltı bırakmış geride, bir kısmını
da giderken yanı sıra götürmüş.
Bilinen en eski
zamanlardan, mağara duvarlarına resmedilen figürlerden bu vakte varana kadar
upuzun bir yolculuğa çıkartıyor Muzaffer Oruçoğlu resimleriyle bizi. Her şey,
herkes gelip geçerken baki kalan, yolculuklara hem eşlik hem de tanıklık eden
tek ayrıntı “ışıltılar” Karanlık bir dehlizin uzak ucunda, bir tutsağın
gözünde, uzun tırnakların kırıp dökmeye çalıştığı kadim tarihte, geometrik şekillere
sıkıştırılmış insan suretlerinde dahi, içinde ya da dışında mutlaka var o
ışıltı.
Ayaklar baş, başlar
ayak olanda da, Edip Abi sigarasını tüttürürken de, Ethem Sarısülük uzanmış
kitabını okurken de, iş kazalarında kopan eller ayaklar havada uçuşurken
de, madenciler karanlık dehlizlerde
ilerlerken de hep yanı başlarında.
Bir de kedi gördüm
sanki. Yüzü altın orana tıpatıp uymuş, Kemikleri helezon çelik tel
yumaklarından bir kedi. Nedense metalaştırılmış evcil sokak canlıları geçti
gözümün önünden hızlıca. Bir de el kadar Karakız’ım. Bir aracın ezip geçtiği
bacağına durmadan takılan sökülen pimler. O çelik helazon yumaklar çözülüp
yaşlı bir ninenin elinde yeniden çileye durdu. Yünden çileyi iki ayağına
geçirip bir sürü yumak sardı sonra. Kedilerin önüne bıraktı oynasınlar diye…
Beklenen, özlenen,
savaşılan, uğruna ölünen güzel geleceğe kadar sönmeyecek ışıltıları serpmiş
Muzaffer Oruçoğlu tablolarına…Ahde vefayı serpmiş bir de, en son gidecek olan
güneşle eşdeğer ömrü olan “IŞILTILAR”a…
Tüm illeri ışıldatması
dileğiyle…
Ümran Düşünsel
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)