3.03.2015

Kırık Patika 27 Şubat 2015'de yayınlandı.






Kırık Patika’da yürürken…
  


~Merikekliğin gagasına bir yağmur damlası düşer,
kaya çatlağında bir menekşe biter.
Bulut yarılır, patika göğün yamacına taşınır.~


Uygarlığın geldiği aşamadan geriye doğru gitmek, eski kuşakların ahlanarak özledikleri zamanlara götürmek, yeni çağın gittikçe yer edinen alışkanlıklarını yok saymak hem mümkün değil ve hem de doğru değil. Fakat gelişmelerin/geçiş süreçlerinin eski zaman ve mekâna ve hatta şimdiye ait güzellikler üzerindeki tahribat ve dahi tahrifatlarını en aza indirmek, önceki zamanların güzelliklerini yeni kuşaklara aktarmak mümkün. Varlık koşullarını tahkim etmek olarak da anlaşılabilir deyip iki nokta üst üste koyalım.

“Küle gül ektim, kara saka. Külü kara döktüm, gülleri sakaların üstüne. Gelincik şurubu şişeleri diziliydi camın önünde gül açtığında, gül dalında saka öttüğünde. Hani, şurup şişelerinde limon tuzunun gelinciği soyup suya giydirdiği mevsim. Kar vaktinden çok kül vakti oldu ömrümüzün.”

Hatırlatarak başlıyor Ümran. Unutmanın, unutturmanın zulmüne inat her öyküsü hatırlatma etkisiyle bir yolculuğa çağırıyor.
Nicedir uzağımızda duran o hakkaniyet duygusu, dışımızdaki hayatın hakkını önceleyen görme ve duyma halleriyle, titiz bir sevgiyle örülmüş her bir öyküsü. Epey zamandır bu kalitede çıkan bir kaç eserden biri demek kesinlikle haktır.
Doğanın efendisi değil, sadece parçası olduğunu düşünen çobanın cebindeki defter kalem aslında müthiş bir çağrıdır. Kırık dizin üzerinde tutulmuş not, kanadı kırık kuşun gazelle dönen avazıdır. Okurken, tabiatın insan zulmünden kurtulup usul usul doğrulduğunu hisseder, kendinizi dışarı atmak istersiniz. Kapınızı yeni güne araladığınızda, karşı ağıl çitlerine tünemiş serçelerin cıvıltısı, kanadı kırık eşinin başını bekleyen angutun gazeli, uğuldayan baharın tazeliği karşılar sizi. İğde kokusu bütün doğayı kuşatmıştır evvelden. Karşı yamaçtan kıvrılarak ağan patika ayaklarınızı davet eder. Duramazsınız yerinizde.
Patika bir yerden kırılınca, başka bir patika keder edinip kırığı imdada yetişir. Güzeller dağın meramını, yamacına yayılmış keçinin de, havlamaktan aciz köpeğin de mekânı eşittir bu fotoğrafta. Dağ mutludur bağrındaki devinimden. Başında dönenen bulutların gülümsemesi de bundandır.
Gağan zamanı, kuş kanatlarının zirvelerine iz bıraktığı, o mor katarı dağların bağrına at süren gençlerin ardından çalan tek telli bir curanın, doğanın sesleriyle nasıl bir orkestra oluşturduğunu duyacaksınız. Gök iner yere yârenlik eder, kuş tilkinin hatırını sorar, kartal buluta el ense! Bütün sesleri renkleriyle halay halindedir hayat…

                “Boyundan büyük namluyu omuzlamış, ceviz ağaçlarının kollarıyla her mevsim sarıp sarmaladığı, kızıl saçlı, genç ve güzel bir kadına benzerdi değirmen uzaktan.”

Değirmende kurulan o kadim sofraya uzanan kalabalık ellerden biri de sizin elinizdir hissine kapılırsınız. Kalabalıklaşır sofra. Baharla kışın birbirinden ayrıştığı sancıya tanıklık edeceğiniz kadar eski ile yeninin o naif didişmelerine de tanıklık edersiniz kaşık sesleri arasında.
Başınıza aniden “üçikindivişneçiçeğiyağmurları”yağabilir, kayalar ağlayıp dengbej kuşlar ötebilir. Ada’nın babaannesinin tavuklarından aşırdığı teleklerden yapılmış Kızılderili başlığı, gökkuşağına dönüşebilir.
Ölü ağacın gövdesini mekân tutmuş konuklarını görünce, çocukluğunuzun “içinde gökyüzünü, denizi, kırları, ateşi, gökkuşağını hapsetmiş misketleri kayıp düşebilir elinizden. Dallarının konukları, gölgesinin müdavimleri çıkagelir evvel zamandan. Gelir de, minnetiyle sıraya dizilir ölü sandığımız gövdesinin konukları arasında.
Kitabın son sayfasına kadar umut, sevgi, ahde vefa çıtası hiç düşmez. Uyuya kalacak kadar yaşlanmış üç ayaklı köpeğin, felçli martının, toprağı yarıp çıkan otun, yoldaş kedilerin, hakkını aynı sofrada payeden muhteşem bir görme duyma halidir tanık olacağınız.
Dışımızdaki hayatın varlığımızın mutlak zemini olduğu gerçeğini bir an bile unutmadan yapılan bir çağrı Kırık Patika. Nicedir gözlediği yol açılsın diye, karlara kül serperek baharı erkene almak isteyen annenin çabası kadar muhteşem bir şey. Hem de rayiha ve iğde kokulu.
Masala, düşe ihtiyacımız var. İnsanlığın değil sadece, hayatı temsil eden bütün çevrenin ihtiyacı var bu düşe. Bu düşü örmekte önemli, çok önemli bir çabadır yazmak. Israrla bunu hatırlatıyor Ümran. Müthiş titiz, müthiş estetik bir dil ile. Bir arada, yan yana bitişik renklerle. Güler yüzle hatırlatıyor, güler yüzlü öykülerle. Alt alta yazılsa şiir kitabı olur, bu kadar da naif bir dil. Zaten okuyunca filmlerini de izlemiş olacaksınız. Işığın, seslerin, kokuların hatta dağ uğultularının bile bu kadar belirgin fark edildiği az sayıda nitelikli çalışmalardan biri Kırık Patika.
Temel prensibi pazar hırsı olan egemen sistem her şeyi büyük bir hızla tüketiyor. O kadar hızla tüketiyor ki, bitenin başlayanın farkına varmak bile artık özel çabalar gerektiriyor. Nesneler, olanaklar her şey hızla değişiyor ve bir çok şey kayboluyor. Bu değişimin karşısında durmak elbette gereksiz. Asıl mesele, gelişimin yönünü hayat yararına çevirebilmektir. Bu da ancak yeryüzü kaynaklarının, uygarlığın sunduklarının hakça kullanılması ile olanaklıdır. Yerkürenin hemen her yerinde sürdürülen çabalar bu umuda işarettir ki; Kırık Patika bu türden bir emeğin ürünüdür.

Siyah sol kanattan kopartılmış teleğin, kına taşının gözyaşına batırılmasıyla yazıldı.”

Keşke Ümran daha önce ve çokça yazsaydı diyecekken insan, bundan sonra aralıksız yazmalı demek yetişiyor akla. Yazacak ve yazmalı mutlaka.

Not: Kitabı dikkatli kapatmakta fayda var bir kedinin kuyruğu sıkışabilir. Okurken gezinip duruyor kediler sayfalarda sessizce çünkü.

Barış ARSLAN

Kırık Patika-Sayfa 7-10