30.08.2009

Fotoğrafa ruh katmak/Ruhu olan fotoğrafı çekmek



 

Fotoğraf izlerken bazı fotoğraflara şöyle bir bakıp geçeriz. Oysa bazıları bizi durdurur. İçine alır, dolaştırır uzun süre. Kafa yorduran, düşündüren, başka yolculuklara çıkartan, anıları dürtükleyen bu yolculuk bittiğinde damağımızda bir "tat" kalır. Bu tat duygudur. İllaki "tatlı" da değildir. Öfke, üzüntü, korku, heyecan, mutluluk, sevgi, şaşkınlık, iğrenme, utanç vb. farklı tatları olsa da damakta kalan tadın ortak adıdır "duygu". Konuşur sonra. Bazen usul usul anlatır, bir çığlık olur bazen, çoğunlukla da sakindir; ders verir.

İzlediğimiz bazı fotoğraflar ise teknik olarak kusursuz olabilir ama dakikalarca izlememize rağmen bir soluk sesi duyamayız. Soluk almaz, yaşamaz yani. Dolayısıyla ruhu yoktur ve bizde; "herhangi bir zihin, his, tutku çalkantısı ya da devinimi; herhangi bir şiddetli ya da uyarılmış zihinsel durum", özetle duygu uyandırmaz. Ne kadar zorlarsak zorlayalım gördüğümüz sadece teknik anlamda kusursuz bir fotoğraftır; hepsi o kadar.    

Fotoğrafa ruh katmak! Fotoğrafçı ruhu olmayan bir fotoğrafa ruh katamaz diye düşünüyorum. Ruhu olan fotoğrafı çeker ve izleyene daha kolay algılattırmak için, ön plana taşır, vurgular, gerekiyorsa makyaj yapar ve teknikle destekleyerek sunar. Bir de daha öncesinde, fotoğrafı çekmeden önce yani, o ruhu görebilen, tespit edendir fotoğrafçı. O ruhu görebilme, sezebilme altyapısı varolandır.
 

Funda' nın evi. Yarısına yakını özürlü olan 186(Şimdilerde 200 ü bulmuş sayı) kediyle birlikte yaşıyor Funda. Beslenme saatinde kediler birbirini paralıyor mama yemek su içmek için. Su kaplarından birinin başında 7-8 kedi varken yavaş yavaş kenara çekiliyorlar ve oturup bekliyorlar. Belden aşağısı tutmayan felçli bir kedinin sürünerek su kabına yaklaştığını farkediyorum. O su kabının başına gelene kadar su kabının etrafı da boşalmış oluyor. Suyunu içiyor ve yine kendini sürüyerek uzaklaşıyor. O kenara çekilen kedilerden bir kısmı da gözme özürlü. Modeller kedi olduğu için çoğu kişinin incelemeden, şöyle bir bakıp geçeceği bir fotoğraf "Saygı" Ama benim en çok önemsediğim fotoğraflarımdan biri. Ve yine bana göre "ruhu olan" bir fotoğraf. 
 

Örnekleri farklı temalardan seçtim. İkinci fotoğraf: Önce Zil Sustu.

Mekanın bir derslik olduğu besbelli. Üstelik uzun süredir kullanılmadığından kapatılmış bir okulun dersliği olduğu da aşikar. Bu fotoğrafın da konuştuğunu düşünüyorum. Sadece konuşmakla kalmayıp arada sesini yükselttiğini, hatta etkili ve yetkili makamlara küfür bile ettiğini duymuşluğum var. 

Okumak isteyen için hikâyesi: ÖNCE ZİL SUSTU 
 


Ve son örnek: "Belki yine gelirim" Belki sıradan bir manzara fotoğrafı olarak kalacakken yüzü görünmese de, modelin beden dili bir şiir okuyor. Belki de içinden ama hissediliyor diye düşünüyorum.

İnsanın kendinden örnek vermesi oldukça zormuş. Yanlış anlaşılmaya çok müsait çünkü. Sakın ola "ben oldum" bâbında değerlendirilmeye. Fotoğraflar hakkındaki düşüncelerim eleştiriye açık, sadece samimi olarak hissettiklerimi ifade edişimdir.

25.08.2009

ZULA(M)DAKİLER

FOTOPYA' da "Zula(m)dakiler" portfolyomdan seçtiğim 20 fotoğrafı yayınladım. FotoKritik' de aynı mekanda çekilmiş 54 fotoğraf yayınlamıştım.. Önce 100 e tamamlama niyetindeyim ve ömrüm yeterse de 1000 e...

22.08.2009

Sazlar sustu






10.05.2008 Saat; 15.00

Yürürken bir yandan da TUANATU ile didişiyoruz. Bana göre geç kaldık, ona göre ise daha erken...Bir kez daha anlatıyorum neden yumuşak ışıkta çalışmak istemediğimi.

Surların hemen dibindeki caddeden indik ve soldan da ilk sokağa girdik. Aslında giremedik; kalakaldık olduğumuz yerde. Bi süre, sökülmüş pencereleriyle görmeyen gözlerle sokağa bakan, yıkılmayı bekleyen evlere ve aralarda kalmış tek tük yıkımdan kurtulmuş ama beklense zaten bir süre sonra kendiliğinden yıkılabilecek binaları inceledik.

Üç tekerlekli bisikletinin pedallarını bütün gücüyle çeviren bir çocuk yaptığı hızdan aldığı keyifle üzerimize doğru geldi ve çarpmadan teğet geçti. Keyfi daha çok arttı ve kahkahaları boş pencerelerden boş binalara doldu.
Sokaklar çocuk doluydu. İp atlayanlar, misket oynayanlar, maç edenler, dövüşenler...Sanki, yerleşmeleri için kendilerine gösterilen semtte özgürlüklerini yitirecekleri korkusuyla delicesine koşturuyorlardı.
*
"Niye buraya geldik?"
"Burası neresi?"
"Evimize gidelim. Mestan'ın yavrularını görmek istiyorum"
"Bundan sonra evimiz burası" dedi babam çekiştirdiğim elini kurtarmaya çalışırken. Biraz daha büyüdüğüm zaman ancak anlayabilecektim:"İstimlâk" kelimesinin anlamını. Bizim Şehremini' deki evimiz avlusundaki çeşmesiyle, Mestan ve yavrularıyla, bahçesindeki incir ağacıyla birlikte yol genişletileceği için istimlâk edilmişti. Hep merak ettiğim tavanarasını hiç göremedim.
*
Sulukule' de konu sertti ve nedense ben kuralları çiğnemek ve yumuşak bir ışık kullanmak istemiyordum. Salgado değildim, belki de beceremeyecektim ama aklımda kalacağına deneyecektim.

Denedim.

Zaten hep denemiyor muyuz doğru fotoğrafı bulmak ona ulaşmak için.

Aydınlık ve karanlık alanlar arasında keskin çizgiler, sert kontrast olsundu amacım.

Elbette çok daha iyi olabilirdi ama ilerde bu türden kural ihlalleri için bir ön çalışma oldu benim için.

18.08.2009

Çığlık!






"Sokaktaki kör kedi..." sözü geçmişti Okan' ın yaptığı yorumda ve doğal olarak aklıma Odin geldi. (Kendisi de Odin' in tıpkısının aynısını fotoğraflamış Basmane'de.(yeri yanlış hatırlıyor olabilirim) Onun da bir gözü yok.

"Konuşan kedi" diyor görenler Odin' e. Hiç susmuyor çünkü. Mırıl mırıl anlatıp duruyor sürekli bir şeyler :)
Veteriner "1-1.5 aylık anca var" demişti ilk gördüğünde. Hesaba göre bu ayın sonunda 1 yaşında olacak zibidi. Merak ettiği nesnelere ve musluktan akan suyla oynarken, suya yan yan bakışına bayılıyorum. Son derece sağlıklı, mutlu, biraz şımarık bir kedi oldu ancak yaşadığı travmadan olsa gerek bir türlü kurtulamadığı bir ürkeklik var üstünde. Tırsak yani. Onun gözünü çiviyle çıkartan çocuk ise hâlâ ortalıkta, belki de yeni kurbanlar arayarak cesur cesur(!) dolaşıyordur.

Modeli kedi olan pek çok fotoğrafı, fotoğraf paylaşım sitelerine puana kapalı yüklemişken, Odin' in ilk fotoğrafını puana açık yükledim. Çünkü o fotoğraf hem modelin ve hem de fotoğrafçının çığlığıydı!

"Türkiye'de işkence gören ile işkenceci arasındaki fark, Birinci Şube'de tutukluyu polis memurundan ayıran, kötü kontrplak kadar incedir. Mazlumla zalim her zaman yer değiştirebilirler. "Çünkü bu ülkenin insanı "mezalim"e tepki göstermeyecek kadar zalim olabilir"
Alev Alatlı

"Çocuklar gözümüzün önünde çiviyle oydular gözünü. Anası yok. Besliyoruz burda işte" demişti kahvehanenin önünde oturan kasketli, yaşlı adam.


16.08.2009

Çağatay






Fotoğrafını çektiğim Çağatay'dı.

Yeniçiftlik' de tanıştım Çağatay' la, kardeşimi ziyarete gittiğim bir pazar günü. Biz verandada otururken geldi ve kimseyle ilgilenmeden bahçe kapısının önünde yatan Jack' a sarıldı, onla oynamaya başladı.

Kardeşim, bir önceki köpeği Jack' a olan sevgisinden şimdikine de aynı ismi vermişti. Eski Jack' le çok maceraları olmuştu. Onu avcılar nişan tahtası olarak kullandıktan sonra öldü diye bırakıp gitmişler. Tesadüfen bulan kardeşim tedavisini yaptırdı. Sağ ön bacağı kurtarılamadı ve kesildi. Tam iyileşti, düzeldi derken bu defa da mahallenin tüm köpekleriyle birlikte toplandı götürüldü. Eve döndüğünde onu bulamayan kardeşim sorgulayınca belediyenin topladığını öğrendi ve götürüldüğü yeri buldu ve geri aldı. Kısırlaştırılmak için toplanmıştı güya tüm sokak köpekleri ama Jack' ten başka köpek geri dönmedi mahalleye! Bir yıl kadar önce yaşlılıktan ölünce de yeni Jack geldi yerine.

Çağatay'ı izlemeye başladım. Arada tanımak için kardeşime de sorular soruyordum.

Aile bir kaç yıl önce göçmüş Yeniçiftlik' e. Mahallenin dışında bir arsaya baraka yapmışlar ve yerleşmişler. Çağatay' ın 16 yaşındaki ablası İstanbul' da bir doktorun yanına yardımcı olarak yerleştirilmiş. Çağatay da zeka özürlü ne yazık ki.

Çağatay' ın tek arkadaşı Jack'miş.

Yüzündeki mimikler dikkatimi çekti. Jack' in yüzündeki ifadeleri taklit ediyor sürekli. O gözünü kapatınca Çağatay' da kapatıyor, ağzını açınca sonuna kadar o da açıyor ağzını.

Yediği, içtiği herşeyi paylaşıyor köpekle. Hatta ekmek dilimini önce ona ısırtıyor kalanı kendisi yiyor. Kola içirtmeye çalışıyor teneke kutudan.

"Senin fotoğrafını çekmemi ister misin?" dedim.

Hemen iki koluyla Jack'a sarıldı, yanağını onun yanağına dayadı: "Çek" dedi.

Arada makinayı bırakıp sohbet etmeye çalışıyordum ama çok kısa, bazen alakasız yanıtlar veriyordu. Bir ara: "Ben senden çok hoşlandım" dedi. Bir filmden falan duymuş zaar.

Ayağındaki lastik çizmeler babasınındı sanırım. Büyük geliyordu ve bileği bükülüyordu ikide bir.

Jack'den ayrı, tek başına çok az kare çekebildim. O karelerde de Jack kadrajın dışında ama ayaklarının dibinde yatıyordu.

"Kışın kimse kalmıyor burda" dedi kardeşim, "kar, tipi demez gelir"

Ayrılırken tıpkı Jack gibi ellerini omuzlarıma uzattı ve "Ben senden çok hoşlandım, gene gel emi" dedi...