23.10.2013

SİBER SUÇ İŞLEYENİN AĞZINA BİBER SÜRÜLÜP BIRAKILMIYOR ARTIK :)

Siber suçlar şu biçimde tanımlanır: 
....
Bireylere veya birey gruplarına yönelik, mağdurun onurunu zedelemeye veya mağdura fiziksel veya zihinsel olarak doğrudan veya dolaylı olarak zarar verme suçu kastı ile internet (görüşme odaları, e postalar, ilan sayfaları ve gruplar) ve cep telefonu (SMS/MMS) gibi çağdaş iletişim araçları kullanarak zarar verme amaçlı saldırıların yapılmasıdır.
...

Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü yukarıdaki tanımı da kapsayan suçlarla mücadele amaçlı kurulmuş olup, saldırgan her ne kadar kimliğini gizlese bile kolaylıkla yakalayıp cezalandırmaktadır. Saldırganın kimliği deşifre olunca mağdur da maddi ve manevi tazminat davası açmaya hak kazanır doğal olarak.


Bilgi olarak burada bulunsun istedim!

Ne olur ne olmaz, belki günün birinde gerekebilir değil mi?

:)

17.10.2013

DENDAR



Meyman u Dendar
'Dendar vano xore, den wazene cıra'


Bir halk, o halkın koca bir kültürünü ezgilere sığdırılabilir. Hele de Kürt halkı gibi, etnisitesine ait herşeyi zalim tarafından yasaklanmış bir halk ise sözünü ettiğimiz; insanlığın en güzel icatlarından olan yazılı dilden yoksun ise, -ki; bir dil, bir halk demektir- işte o zaman, sözlü edebiyat bir halkın bütün varlığını imgelere saklar. Saklar da, kendinden sonraki kuşaklara, kutsal emanetler gibi kah ezgi, kah şiir, bazen bir masal (sanık-çirok) olarak armağan eder korunması ve süreği için... Özellikle de pagan kültürlerin başat kaçınılmazıdır bu. Aşağıya aktarılan ezginin deşifresini yaparsak karşımıza bu türden bir gerçeklik çıkar.

Ez tore na zerya xo yakeri 
Be tore decone xo vaceri 
Xeyle waxt teyna nale na zeryam 
Ustena çe mı rijiye be to 
Dendare tuyo, ez tore mıneto 
Meymana Xızırya to ospora 
Hewne mı de fetelina 
Gula to boya gula usariya 
Sere mı de çerexina
Ez tore na baxçe xo yakeri 
Be tore kılama xo vaciri 
Esqe na dem u dewran tuya 
Roşta mı tuya tariye düna de 
Dendare tuyo ez tore mıneto

Türkçesi:
Ben sana bu yüreğimi açayım
Gel sana ağrılarımı anlatayım 
Hayli zamandır yalnız inledi bu ciğerim (yüreğim) 
Evimin direği yıkıldı sensiz 
Sana borçluyum, minnettarım (borçlun, minnettarınım) 
Xızır' ın konuğusun sen 
Atlısın, rüyamda dolanırsın 
Gülsün sen, bahar güllerinin kokususun 
Başımda dolanırsın
Ben sana bu bahçemi açayım 
Gel sana ezgimi söyleyeyim (klamımı) 
Bu demin, devranın aşkı sensin 
Işığım sensin dünyanın karanlığında 
Borçluyum sana, minnettarım (borçlun, minnettarınım)

"Ez tore na zerya xo yakeri/ be tore decane xo vaceri," derken, ozanın mensubu olduğu kavmin dil ve kültür zenginliğinden oldukça yüksek düzeyde haberdar olduğunu farkediyor insan. Aslında, yazılı halinden yoksun olduğu ve sürekli bir baskı altında olduğundan olsa gerek ki; kirmanciki ağrıyan, ağrıya yakın duran bir dildir belki de. Yüreğini açmaya hazır ve ağrıları paylaşmak kadar da insancıl. Elbette ki ozanın buradaki duyarlılığının çok büyük bir payı var. Ama bir de bu türden imgelere sahip bir dilin, bir dili taşıyan köşe taşları olan imgelerin, bu derece bitişik durduğu bir dilin iç zenginliği söz konusudur ki, inançsal bazı ritüelleri başta olmak üzere bir çok olayı, öyküyü, anlatımı bir tek imgede verebilecek kadar da zengindir. Yüreği açmak, ağrıyı biriktirip paylaşabilmek, insan algılarının temiz kalmışlığı, sevmek, paylaşmak, karşıdakine saygı, yüceltme ve en önemlisi de tahammül gibi erdemlere işaret eder. 

"Xeyle waxt teyna nale na zeryamı/ ustuna çemi rijiye be to" Kavminden kopmuş bir insanın biriktirdiği yalnızlık ile ağrılara işaret etse de kısmen, temel vurgu, sevgiyi yüceltmek ve sevgilinin (sadece kişi anlamında sevgili değil, daha geniş anlamda) yüceltilmesi, karşıdakinin onore edilmesinedir burada. "Ustına çeyi" yani evin direği, Kırmançlar' da önemli bir imgedir. Bir biçimde, hayatın döngüsünün bağlı olduğu temel ekseni ifade eder. Yaşamın üzerine kurulu olduğu döngüyü yani. Hemen ardından çok ustaca, "dendare tuyo ez tore mineto" yani "sana borçluyum, minnettarınım," derken ozan, mensubu olduğu kültüre, o kültürün kendisine bahşettiği duyma hallerinin içinde; duyduğu aşk halinin, yaşadığı güzel duyguların sahibi, kendine bağışlayanı olarak da sevgiliyi yüceltiyor.

Buradaki yüceltme biçimi kulluğu içermiyor. İnsanın insanla ilişkisinde, paylaşarak, çoğalarak ve daha doğrusu birbirinden aldığı güzellikleri, kendi renklerini de katarak elde ettiği bir güzellemeyle karşıdakine, ozan olma durumundan kaynaklı olarak da etrafına verme nezaketi ve sevgi halidir.

"Meymana Xızıri' ya to ospora/ hewne mı de fetelina/ gula, to boya gula usariya seremıde çerexina" Xızırın konuğusun sen, atlısın, rüyamda dolanırsın, gülsün sen, bahar güllerinin kokususun başımda dolanırsın. Aramızda bir çok arkadaş birebir bilir, bilmeyenlerin bir çoğu da okuyarak bir biçimde duymuştur bunu. Burada anlatılan şudur: Kızılbaş alevi inancında, özellikle de Dersim ve çevresinde "Xızır Orucu" diye üç günlük bir oruç tutulur. Bu orucun her günü ayrı bir sebeple tutulur ve kendine has ritüeli vardır her günün. Fakat uzun olacağından ilk iki günü geçip, yukarıda deşifre etmeye çalıştığım klamın konusu olan "Xızır konuğu" kısmını anlatacağım. Bu oruç' un son gününün gecesi, yani üçüncü gece bekar insanlar su içmezler. Özellikle yağlı ve tuzlu şeyler yedikleri de olur iyice susamak için. Derler ki; gece, rüyasına giren, kendisine su veren, ya da evinin, köyünün yakınında bir yerde su içen insan rüyanın sahibinin kaderidir. Büyüklerimizden bir çok bu türden bir su verme ve kader olma öyküsünün gerçek olduğunu duymuşluğumuz var. Ozan' ın burada kastettiği konukluk ve rüyasında dolaşma hali budur. Güllere benzettiği, ordan öte güllerin kokusuna benzetip başında dolandırdığı da bu konukluktan kendisine sevgili olmuş insandır işte.

Dördüncü gün, yani orucun bittiği gecenin ertesindeki sabah, evin en yaşlı kadını, (diyelim ki evde gelinler de vardır ama bunu yapan en yaşlı kadın olmalıdır) erkenden kimse uyanmadan kalkar ve gündoğumu, yanına dönerek şöyle bir dua eder " Ya tica homete, tenga ma bırese. Sıftı rısqe ter u türi, 72 milleti, bado ye der u cirani ucara tepya ye çe mi kem meke! Hometa xo tepa meverde" Derki: "Ey evreni ışıtan büyük güneş/ışık, bizi darda bırakma. Önce kurdun kuşun, börtü böceğin, 72 milletin, sonra konu komşumun en sonra da benim hanemin, çocuklarımın rızkını eksiltme. Kudretini bizden esirgeme!" Görüldüğü gibi, sadece sevgiliyi yüceltme şeklinde bir hal yok burda. Duasında bile önce börtü böceğin, kurdun, kuşun, sonra bütün insanlığın ve konu komşunun en sonunda kendisinin iyiliğini isteme hali vardır. Aslında Pagan kültürlerin, yani doğa ve insan merkezli kültürlerin tümünde buna benzer durumlar vardır.

Dua bittikten sonra, yaşlı kadın su almaya gider. Derler ki; o sabah en erken uyanan insan Xızır'ın boz atıyla geçtiğini görürmüş. Xızırın atı' nın eğilip içtiği kaynaktaki su zemzem suyudur. Tabi bunu sadece kalbi temiz ve kötülük etmemiş/etmeyen biri görebilir. Sonra yaşlı kadın bu sudan getirip çocuklarına içirdikten sonra o günkü yemeklerini de aynı suyla yapar. Mümkünse yine bu suyla çocuklarına, torunlarına banyo da yaptırır. Bu banyo sırasında, yani çocuklarını yıkarken "Xızır derdi, belayı sizden uzak götürsün. Ayağınız taşa değmesin, ruhunuz ve bedeniniz bu su kadar temiz ve dertsiz olsun" şeklinde bir de dua eder.

En son, ahali uyandığında, orucun son günü komşu köylerden konukluğa gelmiş insanlarla birlikte kurbanlar kesilip, sadece bu orucun son gecesi yapılan bir yemek olan "Qaute" yapılır. Küçük çocuklar, kesilen kurbanlardan ve kızartılmış buğdayın öğütülmesiyle elde edilen, pişirildikten sonra içine kaynatılmış tereyağı ile şerbet dökülen bu yemekten nasibini almak için ev ev dolaşırlar. Sadece köyün çocukları değil, yakın komşu köylerden de çocuklar toplanıp gelirler. Gittikleri her evin kapısında sevgiyle karşılanır, büyükler tarafından gözlerinden öpülür ve paylarını alırlar. Zemheri ayı boyunca her hafta bu oruç başka bir aşiret tarafından tutulur.

"Eztore na baxçe xo yakeri/ be tore kılama xo vaceri/ esqe na dem u dewrani tuya, roştiyamı tuya tariye dünade" "Ben sana bahçemi açayım derken," kastettiği gönül ve ruh bahçesidir. Buna ek olarak da bu bahçeyi güzelleyen hali bir ezgide dillendirmeye işaret eder. "be tore klama xo vaceri" yani, "gel gönlümün sesini dillendirdiğim ezgimi söyleyeyim sana. Bu demin, devranın aşkı sensin, ışığım sensin dünyanın karanlığında," derken sevgiliyi yüceltme hali doruğa çıkıyor. Işığa benzetilerek, dünyanın karanlığının kendisiyle aydınlandığını ve demin-devranın kendisiyle anlamlandırıldığını söylemektedir. Ama bu dilde düşünmenin avantajı diyor ki, buradaki aşk halini, sevgiyi, sevgiliyi yüceltmek ancak çoğul olarak hissedilebilir ve çoğul olarak anlaşılmalıdır... Ben öyle anladım...


Böyle hatırlatmıştı dinlediğimde...

Barış Arslan
Şiir: Mehmet Çetin.
Ezgi: Patika
Sima wes u war be...
*
Sevgili Barış' ın ezgiyi dinlerken içine girişi, upuzun bir yol alarak vardığı iklimde anasıyla konuşurmuşcasına yürekten, sakıncasız, alçak sesle duyumsadıklarını aktardığı yazıyı okuduğumda çok etkiledi beni. Çarptı.

Yaşanmışlıklar, anlar, anılar asla unutulmuyor. Yalnızca derin uykuya yatıyorlar. Bazen bir ses, bazen bir koku, bazen bir dokunuş, bazen gözümüzün değdiği bir obje aniden uyandırıveriyor derin uykusundan ve olanca diriliğiyle karşımıza dikilip yüreğimizi didikleyiveriyorlar. "Dendar" gibi...

Yüreğine sağlık Barış.

Not: Ezginin bir kaç videosu vardı yayınlanmış ama kendim yapmak istedim. Acemi işi olmasının suçunu üstleniyorum yani...

3.10.2013

3


3

Önce Mahir’i çıkardı kafesten. Öptü uzun uzun kenesetinden, okşadı ve açık pencereden özgürlüğe salıverdi. Gözden kaybolana kadar izledi ardından. Sonra da İbo’yu aldı usulca. Zamansız tüy dökümüne girmişti nedense, üşüyebileceği geçti aklından ama alnını defalarca öptükten sonra onu da bıraktı. İbo, Mahir’ in aksine karşı binanın çatısına kondu önce. Minicik kafasını sağa sola çevirdi. Sanki hangi yöne gideceğine karar verememiş gibiydi. Bir süre sonra, ne sağa ne sola, Mahir gibi gökyüzüne doğru kanat çırpmaya başladı. Onu da gözden kaybolana kadar izledi.


Pencereyi kapattı ve saate baktı, yirmi bir dakikası daha vardı.