Tam suyun kumla
cilveleştiği çizgiye oturdum. Kumu avuçladım. Bir elimden diğerine aktarıyorum.
Taşın yavruları kum, kumun dedesi dağ.
(Deniz çekilmeye
başladı.)
Bir elimden diğerine
aktarılıyor dağlar. Dağ keçileri, marallar zıp zıp avuçlarımda. Bir gümüş tilki
burnunu kumdan çıkartıp dağa uzatıyor.
(Deniz ufuktan aşağı
akıyor. Şelaleyi görmüyorum, sesi geliyor uzaklardan.)
Tilkiler yalnızca
masallarda kurnaz. Bir tilki izledim, anne tilki. Yavrularını emziriyordu.
Ayaktaydı. Kulakları seste, gözleri görüntüde. O kadar muhteşemdi ki doğa
misaliydi tıpkı.
(Deniz gidince dağlar
açığa çıktı.)
Tastamam ondan işte tası
tarağı dahi almadan, cebimde denizin giderken unuttuğu denizyıldızı, bir de
sırt çantamla yollara dökülmüşlüğüm.
Vara vara buraya vardım.
‘İş?’ dedim, ‘Çobanlık var’ dediler. ‘Olur’ dedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.