“Vicdanı olan delirir,”
dedi Recep.
Sakindi.
Semavere sığmayan odunlara
ulaşmıştı ateş. Kalkıp maşayla toparladı. İnşaata inen dimdik bayırın başına
göz attıktan sonra karşıma, sandığın üstüne oturdu gene.
(...)
“Dinlemiyorlar zaten, deli
diyorlar bana,” diye fısıldamıştı kulağıma.
“Depremde Van’daydım. Yerle
yeksan olmuştu memleketim tastamam. Hiç düşünmeden koştum kurtarma
çalışmalarına katılmak için ben de.”
Güç kuvvet yetmiyordu beton
yığınlarını kaldırmaya. Ufak ufak beton dağlarıydı binalar. Sesler duyduk. İlk
günler gürdü, cılızlaştı, sustu en sonunda. Greyder getirdiler, beton
dağlarındaki mağaralara ulaşmak için. Ulaştı da mendebur. Enkazı oradan alıp
öteye bıraktı. Kolların, bacakların, gövde parçalarının beton artıklarının
üzerinde rozet misali takılı olduğunu gördüğümde bitti. Ben bittim. Oraya
kadarmış. Aklım da enkaza asılı kaldı bir başka rozet gibi.
Vicdanı olan delirmez de ne
eder?”
Recep’in haber değeri yoktu ve hiçbir haberin öznesi de
olmadı bugüne kadar. Kitaplarda hikâyesi de yoktur.
On dört yaşındaki Suriyeli mülteci çocuğun ise haberi çıktı:
Üçüncü sayfada, tek sütuna kısacık bir paragrafta.
“Yüz yüze kalmıştık işte
seninle yine. Tam karşımdaki kepenge sprey boyayla çizilmiş resim gibiydin.
Başındaki bereyi yüzüne indirmiş, montunun kollarıyla örttüğün ellerin
dizlerinin arasında, dertoptun kıpırtısız.
(...)
Bu sabah da Müyesser’le
sevgilisi sandığı adam geçti gitti önünden. Onlar da görmedi seni. Sen de
onları görmedin: Tam karşımdaki kepenge sprey boyayla çizilmiş resim gibiydin.”
Hayatın akışında bir sorun varsa, çözümü de tam kaynağında.
Uzaktan kumandayla sorun çözülmüyor. Tıpkı portre fotoğrafı çekerken özneyle
gözlerimizi aynı hizada buluşturmak misali, kuşbakışı bakmak değil, gözünün
içine bakarak dokunmak gerek hayata da.
Haberi okuyoruz. Öncesi sonrası yok ama. Merak da etmiyoruz.
Zaten vaktimiz de yok! Sonra da unutup gidiyoruz. Sözün özü ve bir anlamda da
kitabı yazmak için heyecanlandıran gerekçe, insanların zembille inip habere
özne olmadıkları gerçeğiydi.
Gerisi hikâye: Kitap sayfalarında.
Yere üfledi sigara dumanını
Deli Recep; tükürürcesine. “Memlekette bir kedim vardı, biliyor musun? Bir gözü
çam balı rengi diğeri çağla bademi.”
“Benim de var kedim,” dedim. “Bir gözü yosun yeşili, diğeri
yok!”
Deli Recep’e evvela mahsus selam ederim.
Mehmet Ali,
Harun, Hurdacı Ramazan, Deli Musa, Marslı Iğaluk, denizde boğulan mülteci
çocukları kıyıp yiyemeyen balık, avcıların elinden kurtulan fil, sirkten kaçan
aslan, atlıkarıncadan firar eden at, Midilli’de kaybolan sığınmacı kedi Kunkuş,
çitlembik ağacı, tilki Nazlıcan, Ümraniyeli kanguru Saffet ve aynı kubbe
altında yaşadığımız nice canlının tanıştırdığı, tanışmamıza vesile olduğu diğer
ete kemiğe bürünen tüm kahramanlarıma teşekkürlerimle…
İÇ SÖZ
Ümran Düşünsel