Kırık Patika’da yürürken…
~Merikekliğin
gagasına bir yağmur damlası düşer,
kaya
çatlağında bir menekşe biter.
Bulut
yarılır, patika göğün yamacına taşınır.~
Uygarlığın geldiği aşamadan geriye
doğru gitmek, eski kuşakların ahlanarak özledikleri zamanlara götürmek, yeni
çağın gittikçe yer edinen alışkanlıklarını yok saymak hem mümkün değil ve hem
de doğru değil. Fakat gelişmelerin/geçiş süreçlerinin eski zaman ve mekâna ve
hatta şimdiye ait güzellikler üzerindeki tahribat ve dahi tahrifatlarını en aza
indirmek, önceki zamanların güzelliklerini yeni kuşaklara aktarmak mümkün. Varlık koşullarını tahkim etmek
olarak da anlaşılabilir deyip iki nokta üst üste koyalım.
“Küle gül ektim, kara saka. Külü kara
döktüm, gülleri sakaların üstüne. Gelincik şurubu şişeleri diziliydi camın
önünde gül açtığında, gül dalında saka öttüğünde. Hani, şurup şişelerinde limon
tuzunun gelinciği soyup suya giydirdiği mevsim. Kar vaktinden çok kül vakti
oldu ömrümüzün.”
Hatırlatarak başlıyor Ümran.
Unutmanın, unutturmanın zulmüne inat her öyküsü hatırlatma etkisiyle bir
yolculuğa çağırıyor.
Nicedir uzağımızda duran o
hakkaniyet duygusu, dışımızdaki hayatın hakkını önceleyen görme ve duyma
halleriyle, titiz bir sevgiyle örülmüş her bir öyküsü. Epey zamandır bu kalitede
çıkan bir kaç eserden biri demek kesinlikle haktır.
Doğanın efendisi değil, sadece
parçası olduğunu düşünen çobanın cebindeki defter kalem aslında müthiş bir
çağrıdır. Kırık dizin üzerinde tutulmuş not, kanadı kırık kuşun gazelle dönen
avazıdır. Okurken, tabiatın insan zulmünden kurtulup usul usul doğrulduğunu
hisseder, kendinizi dışarı atmak istersiniz. Kapınızı yeni güne araladığınızda,
karşı ağıl çitlerine tünemiş serçelerin cıvıltısı, kanadı kırık eşinin başını
bekleyen angutun gazeli, uğuldayan baharın tazeliği karşılar sizi. İğde kokusu
bütün doğayı kuşatmıştır evvelden. Karşı yamaçtan kıvrılarak ağan patika
ayaklarınızı davet eder. Duramazsınız yerinizde.
Patika bir yerden kırılınca,
başka bir patika keder edinip kırığı imdada yetişir. Güzeller dağın meramını,
yamacına yayılmış keçinin de, havlamaktan aciz köpeğin de mekânı eşittir bu fotoğrafta. Dağ mutludur
bağrındaki devinimden. Başında dönenen bulutların gülümsemesi de bundandır.
Gağan zamanı, kuş kanatlarının zirvelerine
iz bıraktığı, o mor katarı dağların bağrına at süren gençlerin ardından çalan
tek telli bir curanın, doğanın sesleriyle nasıl bir orkestra oluşturduğunu
duyacaksınız. Gök iner yere yârenlik eder, kuş tilkinin hatırını sorar, kartal
buluta el ense! Bütün sesleri renkleriyle halay halindedir hayat…
“Boyundan büyük namluyu omuzlamış, ceviz ağaçlarının kollarıyla her mevsim sarıp sarmaladığı, kızıl saçlı, genç ve güzel bir kadına benzerdi değirmen uzaktan.”
Değirmende kurulan o kadim sofraya
uzanan kalabalık ellerden biri de sizin elinizdir hissine kapılırsınız.
Kalabalıklaşır sofra. Baharla kışın birbirinden ayrıştığı sancıya tanıklık
edeceğiniz kadar eski ile yeninin o naif didişmelerine de tanıklık edersiniz
kaşık sesleri arasında.
Başınıza aniden “üçikindivişneçiçeğiyağmurları”yağabilir,
kayalar ağlayıp dengbej kuşlar ötebilir. Ada’nın
babaannesinin tavuklarından aşırdığı teleklerden yapılmış Kızılderili başlığı,
gökkuşağına dönüşebilir.
Ölü ağacın gövdesini mekân tutmuş konuklarını görünce, çocukluğunuzun “içinde
gökyüzünü, denizi, kırları, ateşi, gökkuşağını hapsetmiş misketleri kayıp düşebilir
elinizden. Dallarının konukları, gölgesinin müdavimleri çıkagelir evvel
zamandan. Gelir de, minnetiyle sıraya dizilir ölü sandığımız gövdesinin
konukları arasında.
Kitabın son sayfasına kadar umut,
sevgi, ahde vefa çıtası hiç düşmez. Uyuya kalacak kadar yaşlanmış üç ayaklı
köpeğin, felçli martının, toprağı yarıp çıkan otun, yoldaş kedilerin, hakkını
aynı sofrada payeden muhteşem bir görme duyma halidir tanık olacağınız.
Dışımızdaki hayatın varlığımızın
mutlak zemini olduğu gerçeğini bir an bile unutmadan yapılan bir çağrı Kırık
Patika. Nicedir gözlediği yol açılsın diye, karlara kül serperek baharı
erkene almak isteyen annenin çabası kadar muhteşem bir şey. Hem de rayiha ve iğde
kokulu.
Masala, düşe ihtiyacımız var.
İnsanlığın değil sadece, hayatı temsil eden bütün çevrenin ihtiyacı var bu
düşe. Bu düşü örmekte önemli, çok önemli bir çabadır yazmak. Israrla bunu
hatırlatıyor Ümran. Müthiş titiz, müthiş estetik bir dil ile. Bir arada, yan
yana bitişik renklerle. Güler yüzle hatırlatıyor, güler yüzlü öykülerle. Alt
alta yazılsa şiir kitabı olur, bu kadar da naif bir dil. Zaten okuyunca
filmlerini de izlemiş olacaksınız. Işığın, seslerin, kokuların hatta dağ
uğultularının bile bu kadar belirgin fark edildiği az sayıda nitelikli
çalışmalardan biri Kırık Patika.
Temel prensibi pazar hırsı olan
egemen sistem her şeyi büyük bir hızla tüketiyor. O kadar hızla tüketiyor ki,
bitenin başlayanın farkına varmak bile artık özel çabalar gerektiriyor.
Nesneler, olanaklar her şey hızla değişiyor ve bir çok
şey kayboluyor. Bu değişimin karşısında durmak elbette gereksiz. Asıl mesele,
gelişimin yönünü hayat yararına çevirebilmektir. Bu da ancak yeryüzü
kaynaklarının, uygarlığın sunduklarının hakça kullanılması ile olanaklıdır.
Yerkürenin hemen her yerinde sürdürülen çabalar bu umuda işarettir ki; Kırık
Patika bu türden bir emeğin ürünüdür.
“Siyah sol kanattan kopartılmış
teleğin, kına taşının gözyaşına batırılmasıyla yazıldı.”
Keşke Ümran daha önce ve çokça yazsaydı diyecekken insan, bundan sonra
aralıksız yazmalı demek yetişiyor akla. Yazacak ve yazmalı mutlaka.
Not: Kitabı dikkatli kapatmakta fayda var bir kedinin kuyruğu
sıkışabilir. Okurken gezinip duruyor kediler sayfalarda sessizce çünkü.
Barış ARSLAN
Kırık Patika-Sayfa 7-10
Kırık Patika-Sayfa 7-10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.