Bağırış çağırış umurunda değildi. Rüzgarda saçların uçuştukça, kınalı ellerinle göğsüne sımsıkı bastırdığın yeşil naylon ayakkabı, hasada hazır buğday tarlasında arsızca bitiveren ayrıkotu misali göze batıyordu. Yere çöktün. Yakandaki çengelli iğneyi çözmeye çalışırken ayrıkotu kayıp kucağına yerleşiverdi aynı arsızlıkla. İğnenin ucunu eteğine defalarca sildikten sonra topuğunu sıvazladın. Diken kalmadığından emin ayağa kalktın, ayakkabını giydin.”
“Sanki kavga eden
annemle ablanı o an, ilk kez görüyormuş gibi baktın. Tepki olarak sadece iki yanına
sarkıttığın kınalı ellerini birleştirip parmaklarını birbirine geçirdin.
Nedense kulaklarının duymadığını düşünmüştüm o an.”
Baban geldiğinde annemin
elinde ablanın bir tutam saçı vardı. Ablanın tırnak izleri de annemin
yüzündeydi. Birer tokat da babandan yedikten sonra ancak sustular. “Eve gir,
senle sonra konuşacağız," dedi anneme. Ablanı da kolundan çekerek tulumbanın
başına götürdü. Su çekmeye başladı. Sen de ayaklarını sürüyerek o yana gittin.
O zaman fark ettim lastik ayakkabılarının ayağına büyük geldiğini.
Ablası İsmet Kız’a sığırtmaçlığa vermişti boğaz tokluğuna.
Hüsniyegil gibi değildi, altına döşek üstüne yorgan bile vermişti. Hayvanları
Çamdibi’ne getir götür zaten eski olan ayakkabıları terliğe dönünce, İsmet Kız,
Kasabaya gittiğinde almıştı o yeşil naylon olanları.
Babası gelip gitmelerinin birinde siyah rugan iskarpinler
getirmişti. Annesi kıyıp giyememiş yüklüğün alt rafına yerleştirmişti. Temizlik
yaparken onların da tozunu alırdı. Hiç giyemeden hastalanıp yatağa düşmüş bir
daha kalkamamıştı.
Ablası da giymeden önce tozunu silmişti..
Kaç defa dayak
yemiştim annemden. “Cici baba” diyeceksin, derdi. Diyemezdim. Daha öncekilere
de diyememiştim, sonrakilere de diyemedim hiç. Babamı kötülerdi sürekli. “Başka
kadınla gitti, bizi terk etti” derdi. Askerden
yeni gelmiştim gerçeği öğrendiğimde. Babam annemi dostuyla yakalamış ve
dostunu öldürmüş. Annem ufak tefek sıyrıklarla kurtulmuş. Ölüm döşeğine kadar
gerçeği bildiğimi bildirmedim. Komşu kadınlar Kur’an okuyordu başında.
“Helalleş oğlum, sabaha çıkmaz,” dedi birisi…O zaman söyledim.
İzini Herko
Fabrikasında buldum. Yine ufak tefektin, yine başak tarlası gibi dalgalanan
saçların bulutsuz gökyüzüne uzanıyor, gözlerini göstermiyordu, yine sesini duyamadım
ama ayakkabılarını gördüm: Siyah, topuksuz, sadeydiler, pırıl pırıldılar. Bir
kere daha utandım.
O yeşil naylon
ayakkabılarını görünce saklamaya çalıştığım ayakkabılar."
Fotoğraf: Okan Akan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.