Şirketten çıkana kadar her şey normaldi.
İki
lokma atıştırmış, çayımı sigaramı da içmiştim ardından. Kalan işleri de
toparlamış ve Emre'nin telefonla, "İş çıkışı alabilir misin?" dediği kitabı aramak işin dışarı
çıkmıştım.
Sokağa
adım atar atmaz başladı kâbus.
Caddede
her tarafa asılmış dev ekran televizyonlarda akşam haberleri yayınlanıyordu:
"...
Amerika, Felluce'de tamamen sivilleri hedef alan ve sizlerin haberlerde
gördüğünüzden çok daha şiddetli bir intikam savaşı yürütüyor. Amerikalılar
sadece kentin batı bölgesinde hakim. Orayı da saldırıların ilk günü ele
geçirdiler. Cavlan, En-Nezar, eş-Şüheda ve Endüstri bölgelerine giremediler.
Ele geçirdikleri bölgedeki bütün evleri, apartmanları ve camileri havaya
uçurdular. Kayıpların yüzde 90'ından fazlasını siviller oluşturuyor."
Yüzlerce
insan üstüme doğru gelmeye başladı. Bir o kadarı da beni önüne katarak
sürüklüyordu. Kocaman bir hapishane avlusundaydık ve volta atıyorduk sanki. Gerçi
"racon" a uymuyordu kimse, birbirlerinin "volta" larını
kesip duruyorlardı, ama bu kalabalıkta normaldi herhalde. Ellerinde tespih de
yoktu ve kahkahalarla gülüyorlardı.
Televizyonlarla
kalabalığın sesi birbirine karışıyordu:
"...
Ölenlerin cesetleri toplu mezarlara gömülüyor. Amerika'nın ve sözde Irak
ordusunun kayıpları, açıkladıklarından kat kat fazla. Bu nedenle Medyanın
Felluce'ye girmesine izin vermiyorlar. "Allavi askerleri" ele
geçirilen bölgede yağma yapıyor. Taşıyabildikleri her şeyi alıp arabalara
Yükleyip Felluce dışına çıkardılar."
Lokantalar
tıka basa doluydu. Besmeleler, duâlar eşliğinde hâlâ yemek yiyordu insanlar.
Onlar da gülüyordu. Camın hemen kenarında oturan adama ilişti gözüm bir an;
tabağındaki eti kesmeye çalışıyordu bıçakla. Kesti ve ağzına attı lokmayı.
Biraz çiğnedikten sonra ağzından çıkardığı "şey"i masanın ortasındaki
tabağa bıraktı. Tabakta kurşun doluydu. Herkes gülüyor söylüyor ve yiyordu.
Sürüklenmemek için lokantanın önündeki aydınlatma direğine yapışmıştım. Diğer
masalara baktım tek tek. İnsan parçaları taşıyordu önlerindeki tabaklardan. Her
masada bir kurşun kabı vardı ve ağzına kadar doluydu hepsi.
"...
Harabeye dönen kentte trajedi yaşanıyor. Sokaklarda çok sayıda ceset var.
Köpekler cesetleri yiyor. Dün ve önceki gün ABD keskin nişancıları tarafından
öldürülen çocukların cesetleri hâlâ sokakta. Köpekler tarafından oradan oraya
sürükleniyorlar. Ne aileleri ne de direnişçiler, keskin nişancılar nedeniyle
cesetleri toplayamıyor. Amerikan güçleri binaları içindekilerle birlikte ateşe
veriyor..."
Bağırıyordum
ama kendim bile duymuyordum sesimi. Kalabalık daha çok gülüyordu. Ellerindeki
torbalarda cesetler taşıyorlardı. Torbalardan sızan kan kaldırımdan oluk oluk
akıyordu. Üstüne basıp geçiyorlardı.
Görmemek
için ellerimle yüzümü kapattığım an yeniden önlerine kattılar beni. Kalabalıkla
birlikte bir giyim mağazasına sürüklendim. İçerisi kalabalıktan sıcaktı; yapış
yapış olduğumu hissettim bir anda. Askılardaki giysiler havada uçuşuyor,
kapanın elinde kalıyor, bazıları çekiştirilmekten lime lime oluyor ama
kalabalıktan yere düşemiyordu. Bu hengâmeden en fazla nasibini alan çocuklardı.
Yere düşen kayboluyor, üstüne basıp geçiyorlardı.
"...
Amerikan keskin nişancıları, kentin batı kesimindeki Tartar Caddesi'nde ve
Fırat Nehri kıyısındaki yüksek binalarda yedi noktada pozisyon aldı. Onlarca
keskin nişancı içme suyu ve yiyecek temin etmek için dışarı çıkan herkese ateş
açıyor. Sokaklarda parçalanmış cesetler var. İnsanlar yakınlarını toprağa
veremiyor. Bazıları keskin nişancılar nedeniyle cesetleri evlerinin içine
gömüyor."
İçeride
sağa sola savrulurken gözüme ilişen kasayla vitrin camı arasındaki açıklığa
atıverdim kendimi bir anda. Derin bir soluk aldım. Yaşadığımın ne olduğunu
anlamaya çalıştım. Rüyâ ya da kâbus olamazdı, ezilen ayaklarım hâlâ acıyordu
çünkü. Anlaşılmaz uğultunun arasından televizyonun sesi duyuluyordu:
"...
Felluce'den kaçan mültecilerin El Amiriye'deki kampının güvenliğinden sorumlu
olan 60 yaşındaki Ebu Leys'in İslam-Online adlı haber sitesine yazdığı ifade
aynen şöyle: Saldırının üçüncü günü Amerikan uçakları birkaç kez Felluce'ye
kimyasal silah ve toz attılar. Ancak bir anda yağmur başladı ve bu zehirleri
etkisiz hale getirdi. Bağdat'taki doktorlar, Felluce'den yaralı gelip ölenlerin
bedenlerinde kimyasal silah izleri olduğunu belirterek, bütün dünyayı bunu
görmeye çağırdılar. Haberlerimiz şimdilik bu kadar sayın izleyiciler. Tüm İslâm
âleminin yarın başlayacak olan mübarek ramazan bayramını kutlarız. On dokuz ana
haber bülteninde görüşmek üzere hoşçakalın."
Artık
boşanmıştım göz yaşlarımı tutamıyordum. "Yağmur yağsın" dedim,
"Bizim üstümüze de yağmur yağsın."
Yağmur
yağsın yağmur yağsın yağmur yağsın yağmur yağsın yağmur yağsın Yağmur yağsın
yağmur yağsın yağmur yağsın yağmur yağsın yağmur yağsın Yağmur yağsın yağmur
yağsın yağmur yağsın yağmur yağsın yağmur yağsın Yağmur yağsın yağmur yağsın
yağmur yağsın yağmur yağsın yağmur yağsın Yağmur yağsın yağmur yağsın yağmur
yağsın yağmur yağsın yağmur yağsın...
Yağmadı.
ümran düşünsel